Lundistanbuɺ
Tarihle Futbolun Buluştuğu Yer...
Sic transit gloria mundi
My name is Ozymandias, king of kings: Look on my works, ye Mighty, and despair! Percy Bysshe Shelley
4 Ağustos 2011 Perşembe
Yeni Bir Blog Doğuyor: Historistanbul
Lundistanbul'un yayın hayatı sona erdi, ama tarihle ilgili yazılar halefi olan bir başka blogda, Historistanbul'da devam ediyor. Lundistanbul'da tarihle ilgili yayınlanmış yazılar da içinde olacak, ama bunun yanında yeni yazılar da bulunacak. İlgilenen, takip eden herkese duyrulur...
31 Temmuz 2011 Pazar
Lundistanbul 1 Yaşında!...
Evet, Lundistanbul bugün ilk senesini doldurdu. Ancak uzun süredir kendi hâline terkedilmiş durumdaydı ne yazık ki. Başlamasından bir sene sonra resmen yayın hayatının sonuna geldiğini üzülerek duyuruyoruz.
Takip eden herkese teşekkürler.
Takip eden herkese teşekkürler.
8 Haziran 2011 Çarşamba
5 Haziran 2011 Pazar
Tarih Siteleri IV: Rome Reborn
Rome Reborn, Virginia Üniversitesi'nin pek çok başka kurum ve kuruluşla birlikte üstünde çalıştığı uluslararası bir proje. Sitede ifade edildiği kadarıyla, projenin amacı Roma kentinin Geç Tunç Çağı'ndaki ilk ortaya çıktığı zamandan (yaklaşık M.Ö. 1000) İmparatorluk sonrası Erken Ortaçağ'a kadarki (M.S. 550) kentsel gelişimini üç boyutlu modellemelerle ortaya koymak. Modellemeye İmparator Konstantin devriyle, M.S. 320'nin Roma'sıyla başlamışlar. Bunun sebebi o dönem Roma kentinin nüfus ve kentsel bakımdan doruk noktasına ulaşmış olmasıdır. Bu dönemden sonraki yaklaşık 150 yıllık süreç içinde kent pek çok kez barbar kavimlerce yağmalanacak, yakıp yıkılacaktır. En çok bu dönemden kalan yapıların kalıntılarının günümüze kadar ulaşabilmiş olması da, diğer dönemlere nazaran daha az tahmin yapmaya ihtiyaç duyulması ve bu nedenle de gerçeğe daha yakın olunmasına katkıda bulunmaktadır. Bu tarih, aynı zamanda pagan Roma'nın ulaştığı son noktadır. Bundan sonra büyük ve önemli Roma kiliseleri, Konstantin'in Hıristiyanlığı İmparatorluğun resmi dini hâline getirmesiyle inşa edilmeye başlanacak ve bu durum birkaç kez değiştikten sonra I. Theodosius zamanında kesinleşecek, böylece Roma'nın çehresi yıkımların yanında dönülmez bir biçimde değişecektir.
Projenin ne kadar başarılı olduğunu söylemek için örneklerine bakmak yeter de artar bile.
Ancak proje, aynı zamanda bir başka yerde de kendini göstermiş bulunuyor: Google'ın dünyanın her yerini dolaşma fırsatı veren programı Google Earth'ün İngilizce arayüzünde 'Gallery' kısmına bir alt başlık olarak Ancient Rome 3D maddesinin eklenmiş olduğunu görmek mümkün. Arayüzün dili ayarlardan değiştirilebiliyor. Ancient Rome 3D seçeneğini seçtikten sonra Roma'ya gittiğinizde karşınıza şöyle bir manzara çıkıyor:Evet! 3 boyutlu modellemeyle tüm Roma kentinin IV. Yüzyılın ilk çeyreğindeki halini görmek, içinde dolaşmak, her önemli yapı hakkında bilgi almak mümkün. Görünüşe bakılırsa Google Earth'le Dünya, Ay ve Mars'tan sonra tarih içinde yolculuk yapabilmek de mümkünmüş. Tabii bunu yaparken 3 boyutlu modelleri kapatmayı unutmayın; aksi takdirde şu an var olan binaların modelleriyle 1700 yıl öncesinin Roma'sınınkiler iç içe giriyor.
2008'den bu yana sürdürülen proje, böylece belli bir ölçüde herkesin ulaşabileceği bir noktaya geliyor. Tek kelimeyle mükemmel, mutlaka incelenmesi gereken bir sayfa.
Projenin ne kadar başarılı olduğunu söylemek için örneklerine bakmak yeter de artar bile.
Ancak proje, aynı zamanda bir başka yerde de kendini göstermiş bulunuyor: Google'ın dünyanın her yerini dolaşma fırsatı veren programı Google Earth'ün İngilizce arayüzünde 'Gallery' kısmına bir alt başlık olarak Ancient Rome 3D maddesinin eklenmiş olduğunu görmek mümkün. Arayüzün dili ayarlardan değiştirilebiliyor. Ancient Rome 3D seçeneğini seçtikten sonra Roma'ya gittiğinizde karşınıza şöyle bir manzara çıkıyor:Evet! 3 boyutlu modellemeyle tüm Roma kentinin IV. Yüzyılın ilk çeyreğindeki halini görmek, içinde dolaşmak, her önemli yapı hakkında bilgi almak mümkün. Görünüşe bakılırsa Google Earth'le Dünya, Ay ve Mars'tan sonra tarih içinde yolculuk yapabilmek de mümkünmüş. Tabii bunu yaparken 3 boyutlu modelleri kapatmayı unutmayın; aksi takdirde şu an var olan binaların modelleriyle 1700 yıl öncesinin Roma'sınınkiler iç içe giriyor.
2008'den bu yana sürdürülen proje, böylece belli bir ölçüde herkesin ulaşabileceği bir noktaya geliyor. Tek kelimeyle mükemmel, mutlaka incelenmesi gereken bir sayfa.
10 Mayıs 2011 Salı
Tac Mahal
Eğer bir kral, bir sultansanız, genelde aşkı bulmanız çok zordur. Pek çok sebebin yanında, belli birileriyle zorla evlendirilirsiniz, çünkü çıkarlarınız genelde buna pek uymaz. Ancak tarihte - eşine az da rastlansa - bu aşkı bulan monarklar da az değildir... Firavun II. Ramses'le Kraliçe Nefertari, Bizans İmparatoru I. Jüstinyen'le İmparatoriçe Theodora, İngiltere Kraliçesi Victoria'yla Prens Albert aklıma gelen örneklerin birkaçı. Ancak bu büyük aşklar, bazen büyük anıtların bırakılması sonucunu da doğurmuştur. Bunlardan kuşkusuz en ihtişamlı olanlarından biri de, Delhi'nin 300 km güneyindeki Agra'da bulunan Tac Mahal'dir.
Binlerce işçi ve zanaatkâr tarafından, mimar Üstad Ahmed Lahauri'nin başkanlığında ve aralarında Mimar Sinan'ın öğrencileri İsa Muhammed Efendi ve Üstad İsa'yla, kubbeyi tasarlayan Osmanlı kökenli İsmail Efendi'nin de bulunduğu bir mimarlar ordusunca tasarlanan ve 1632-1653 yılları arasında inşa edilen Tac Mahal, Hindistan'ın dünya çapında bilinen ve tanınan en ünlü yapısıdır desem çok da yanılmam, sanırım. Türk-Moğol ya da Babür İmparatorluğu'nun en parlak devrini yaşadığı bir dönemde hüküm süren Şah Cihan'ın, çok büyük bir aşkla bağlı olduğu karısı Mümtaz Mahal için yaptırdığı mozoleyle, ona duyduğu aşkını ve ölümünün üstündeki tesirini ifade etmeye çalışmıştır adeta. Yüzlerce kilometre öteden gelen beyaz mermer kullanılarak inşa edilmiştir. Mazlemeler 1000 fil yardımıyla Agra'ya taşınmıştır. Bunun dışnda Arabistan'dan kuvarts, Afganistan'dan lapis lazuli, Tibet'ten turkuaz, Çin'den kristal ve yeşim taşı ve Sri Lanka'dan safir de getirtilmiştir. Duvarlarını süsleyen yazılar kazılarak yapılmamıştır: Hâlâ dünya çapında değerli taş işçiliği ve boya üreticiliği konusunda bir numara olan bir ülkeden bekleneceği gibi, değerli taşların kırılıp ezilmesiyle elde edilen tozdan üretilen boyalar, mermere adeta enjekte edilmiştir.
35 metre yüksekliğindeki kubbesi, 7 metre yüksekliğindeki silindirik bir kaideye oturtulmuştur. Ana yapının dört tarafında 40 metre yüksekliğinde birer minare bulunmaktadır. Minareler, çökme ihtimaline karşı mezarın üstüne değil de dışarıya devrilsin diye, kaidelerinin biraz dışına yerleştirilmiştir. Hat dışında Babür taş işçiliğinin en iyi örneklerine rastlamak mümkündür. Gerek mezarın iç kısmı, gerekse dış yüzeyi pek çok zarif ve ince kabartmalarla süslenmiştir.
Tac Mahal'in iki yanında birbirine bakan ve birbirinin ikizi iki cami bulunmaktadır. Bir kenarı 300 metre olan çarbağ denen ve İran'a özgü bahçesinin ortasında, anıtsal kapısıyla mezar arasında dikdörtgen biçimli bir havuz bulunur. Bunların hepsi bir araya gelerek bu büyük külliyeyi oluştururlar. Mezar, her yıl ortalama üç milyon kişi tarafından ziyaret edilmektedir.
Bir iddiaya göre, Şah Cihan, şimdi kendisinin de mezarı olan Mümtaz Mahal'in mezarının karşısına, Tac Mahal'in siyah mermerli olanından da yaptırtmak istemiş, fakan oğlu tarafından tahtından indirilince bu planları suya düşmüştür. Doğruluğunun ne olduğu tam olarak bilinmemesine rağmen, Tac Mahal'in kıyısında bulunduğu Yamuna nehrinin karşısında birtakım arkeolojik veriler bu iddiayı doğrular gibidir. Gerçi zaman içinde kararmış olan beyaz mermerler olduğu anlaşılan birtakım taşlar bulunmaktadır iddia edilen yerde, ama bahçe düzenlenmesinin de başlangıcına işaret eden bazı kalıntılar da gözden kaçmamakta.
Gerçek her ne olursa olsun, Tac Mahal Hindistan'ın incisi olmaya devam etmektedir. O kadar ki, çeşitli kopyaları da bölgede inşa edilmiştir. Bunların başında Şah Cihan'ın torununun, annesi için yaptırdığı Aurangabad'taki Bibi Ka Makbara'yla yakın zamanda inşa edilmiş Bangladeş Tac Mahali bunlardan birkaçıdır. Bunlar, aslında bu güzel yapının ne denli iz bıraktığının yalnızca iki örneğidir.
Binlerce işçi ve zanaatkâr tarafından, mimar Üstad Ahmed Lahauri'nin başkanlığında ve aralarında Mimar Sinan'ın öğrencileri İsa Muhammed Efendi ve Üstad İsa'yla, kubbeyi tasarlayan Osmanlı kökenli İsmail Efendi'nin de bulunduğu bir mimarlar ordusunca tasarlanan ve 1632-1653 yılları arasında inşa edilen Tac Mahal, Hindistan'ın dünya çapında bilinen ve tanınan en ünlü yapısıdır desem çok da yanılmam, sanırım. Türk-Moğol ya da Babür İmparatorluğu'nun en parlak devrini yaşadığı bir dönemde hüküm süren Şah Cihan'ın, çok büyük bir aşkla bağlı olduğu karısı Mümtaz Mahal için yaptırdığı mozoleyle, ona duyduğu aşkını ve ölümünün üstündeki tesirini ifade etmeye çalışmıştır adeta. Yüzlerce kilometre öteden gelen beyaz mermer kullanılarak inşa edilmiştir. Mazlemeler 1000 fil yardımıyla Agra'ya taşınmıştır. Bunun dışnda Arabistan'dan kuvarts, Afganistan'dan lapis lazuli, Tibet'ten turkuaz, Çin'den kristal ve yeşim taşı ve Sri Lanka'dan safir de getirtilmiştir. Duvarlarını süsleyen yazılar kazılarak yapılmamıştır: Hâlâ dünya çapında değerli taş işçiliği ve boya üreticiliği konusunda bir numara olan bir ülkeden bekleneceği gibi, değerli taşların kırılıp ezilmesiyle elde edilen tozdan üretilen boyalar, mermere adeta enjekte edilmiştir.
35 metre yüksekliğindeki kubbesi, 7 metre yüksekliğindeki silindirik bir kaideye oturtulmuştur. Ana yapının dört tarafında 40 metre yüksekliğinde birer minare bulunmaktadır. Minareler, çökme ihtimaline karşı mezarın üstüne değil de dışarıya devrilsin diye, kaidelerinin biraz dışına yerleştirilmiştir. Hat dışında Babür taş işçiliğinin en iyi örneklerine rastlamak mümkündür. Gerek mezarın iç kısmı, gerekse dış yüzeyi pek çok zarif ve ince kabartmalarla süslenmiştir.
Tac Mahal'in iki yanında birbirine bakan ve birbirinin ikizi iki cami bulunmaktadır. Bir kenarı 300 metre olan çarbağ denen ve İran'a özgü bahçesinin ortasında, anıtsal kapısıyla mezar arasında dikdörtgen biçimli bir havuz bulunur. Bunların hepsi bir araya gelerek bu büyük külliyeyi oluştururlar. Mezar, her yıl ortalama üç milyon kişi tarafından ziyaret edilmektedir.
Bir iddiaya göre, Şah Cihan, şimdi kendisinin de mezarı olan Mümtaz Mahal'in mezarının karşısına, Tac Mahal'in siyah mermerli olanından da yaptırtmak istemiş, fakan oğlu tarafından tahtından indirilince bu planları suya düşmüştür. Doğruluğunun ne olduğu tam olarak bilinmemesine rağmen, Tac Mahal'in kıyısında bulunduğu Yamuna nehrinin karşısında birtakım arkeolojik veriler bu iddiayı doğrular gibidir. Gerçi zaman içinde kararmış olan beyaz mermerler olduğu anlaşılan birtakım taşlar bulunmaktadır iddia edilen yerde, ama bahçe düzenlenmesinin de başlangıcına işaret eden bazı kalıntılar da gözden kaçmamakta.
Gerçek her ne olursa olsun, Tac Mahal Hindistan'ın incisi olmaya devam etmektedir. O kadar ki, çeşitli kopyaları da bölgede inşa edilmiştir. Bunların başında Şah Cihan'ın torununun, annesi için yaptırdığı Aurangabad'taki Bibi Ka Makbara'yla yakın zamanda inşa edilmiş Bangladeş Tac Mahali bunlardan birkaçıdır. Bunlar, aslında bu güzel yapının ne denli iz bıraktığının yalnızca iki örneğidir.
12 Mart 2011 Cumartesi
Nefertem
Memfis Triadı’nın son üyesi olan Nefertem, dünyanın oluşumu öncesindeki sonsuz sularda ortaya çıkan, yükselen mavi mısır nilüferiydi. Bir tanrı olarak Ptah’la Sekhmet’in oğluydu.
Nefertem ve simgelediği mavi niüfer, Eski Mısır için önemli bir çiçekti: Edebiyatlarında, dinlerinde, sanatlarında, hatta mimarilerinde bu çiçek çok kullanılmaktaydı. Güneş’in ilk ışığı ve mavi nilüferin güzel kokusunu temsil etmekteydi.
Kafasında Mısır’a özgü bir çiçek olan mavi nilüfer olan güzel bir erkek olarak tasvir edilmekteydi. Bir şifa ve güzellik tanrısıydı. Bu nedenle Mısırlılar iyi şans getirmesi ve cazibelerini arttırması için muska olarak Nefertem’in heykelciklerini yanlarında bulundururlardı.
Nefertem ve simgelediği mavi niüfer, Eski Mısır için önemli bir çiçekti: Edebiyatlarında, dinlerinde, sanatlarında, hatta mimarilerinde bu çiçek çok kullanılmaktaydı. Güneş’in ilk ışığı ve mavi nilüferin güzel kokusunu temsil etmekteydi.
Kafasında Mısır’a özgü bir çiçek olan mavi nilüfer olan güzel bir erkek olarak tasvir edilmekteydi. Bir şifa ve güzellik tanrısıydı. Bu nedenle Mısırlılar iyi şans getirmesi ve cazibelerini arttırması için muska olarak Nefertem’in heykelciklerini yanlarında bulundururlardı.
10 Mart 2011 Perşembe
Sekhmet
Memfis Triadı’nın üyesi arslan başlı Tanrıça Sekhmet, başlangıçta Yukarı Mısır’ın Şifa ve Savaş Tanrıçası’ydı. Azılı bir avcıydı; nefesi çölleri yaratmıştı ve Firavun’un koruyucusuydu. Sekhmet kültü o kadar güçlüydü ki, 12. Hanedan’ın ilk firavunu I. Amenemhat başkentini Itjtawy’ye M.Ö. 1970 civarında taşıdığında, Sekhmet’in kült merkezi de taşındı.
Sekhmet aynı zamanda bir Güneş Tanrıçası’ydı; Ra’nın kızı olarak kabul edilmekteydi. Hathor ve Bast’la ilişkilendirilmekteydi. Kraliyetle ilişkisi nedeniyle Eski Mısır’ın kraliyet sembollerinden Uraeus’la birlikte tasvir edilmekteydi. Ma’at’ın hakemi olarak Osiris’in Ebedi Mahkeme Salonu’nda yer almaktaydı.
Sekhmet’i sakinleştirmek için savaş sonunda fesitval düzenlendirdi. Bu sayede savaşın getirdiği yıkım sona erdilirdi. Bunun dışında her yılın başında Sekhmet adına bir Sarhoşluk Festivali düzenlenmekteydi. Onbinlerce kişinin katıldığı bu festivalde Sekhmet’in insanlığı neredeyse yok ettiği sırada içerek sarhoş olmasını ve sakinleşmesini, litrelerce bira içip sarhoş olarak taklit etmekteydiler.
Konuyla ilgili mite gelince. Ra’nın Hathor’dan kızı olan Sekhmet, Ra’ya karşı Yukarı Mısır’da başlatılan bir ayaklanmayı bastırmakla görevlendirilmişti. Ancak ayaklanma bastırılmasına rağmen Sekhmet’in kana susamışlığı dinmemişti. Bu nedenle tüm ölümlülere saldırmaya devam etti. Tüm insanlığı neredeyse yok edecekken, Ra Sekhmet’i Nil nehrini bira ve nar suyuyla karıştırarak kırmızıya çevirdi. Sekhmet bunu kan sandı, ondan sarhoş oluncaya kadar içti. Sarhoş olmasıyla birlikte sakinleşti ve katliamlarına son verdi.
Kült merkezlerinden biri de, Delta’da bulunan (Taremu) Leontopolis’ti. Bu kent, aynı zamanda M.Ö. 154 civarında Yahudilerin başrahibi IV. Onias tarafında Firavun VI. Ptolemy’nin izniyle kurulan ve Kudüs’teki Süleyman Tapınağı’ndan esinlenerek daha küçük ölçekte yapılan Oneion’a da ev sahipliği yapmıştır. Tapınak, M.S. 66’da başlayan ve İkinci Tapınak’ın yıkılmasıyla sonuçlanan Roma-Yahudi Savaşları’nın başlamasıyla kapatıldı.
Sekhmet aynı zamanda bir Güneş Tanrıçası’ydı; Ra’nın kızı olarak kabul edilmekteydi. Hathor ve Bast’la ilişkilendirilmekteydi. Kraliyetle ilişkisi nedeniyle Eski Mısır’ın kraliyet sembollerinden Uraeus’la birlikte tasvir edilmekteydi. Ma’at’ın hakemi olarak Osiris’in Ebedi Mahkeme Salonu’nda yer almaktaydı.
Sekhmet’i sakinleştirmek için savaş sonunda fesitval düzenlendirdi. Bu sayede savaşın getirdiği yıkım sona erdilirdi. Bunun dışında her yılın başında Sekhmet adına bir Sarhoşluk Festivali düzenlenmekteydi. Onbinlerce kişinin katıldığı bu festivalde Sekhmet’in insanlığı neredeyse yok ettiği sırada içerek sarhoş olmasını ve sakinleşmesini, litrelerce bira içip sarhoş olarak taklit etmekteydiler.
Konuyla ilgili mite gelince. Ra’nın Hathor’dan kızı olan Sekhmet, Ra’ya karşı Yukarı Mısır’da başlatılan bir ayaklanmayı bastırmakla görevlendirilmişti. Ancak ayaklanma bastırılmasına rağmen Sekhmet’in kana susamışlığı dinmemişti. Bu nedenle tüm ölümlülere saldırmaya devam etti. Tüm insanlığı neredeyse yok edecekken, Ra Sekhmet’i Nil nehrini bira ve nar suyuyla karıştırarak kırmızıya çevirdi. Sekhmet bunu kan sandı, ondan sarhoş oluncaya kadar içti. Sarhoş olmasıyla birlikte sakinleşti ve katliamlarına son verdi.
Kült merkezlerinden biri de, Delta’da bulunan (Taremu) Leontopolis’ti. Bu kent, aynı zamanda M.Ö. 154 civarında Yahudilerin başrahibi IV. Onias tarafında Firavun VI. Ptolemy’nin izniyle kurulan ve Kudüs’teki Süleyman Tapınağı’ndan esinlenerek daha küçük ölçekte yapılan Oneion’a da ev sahipliği yapmıştır. Tapınak, M.S. 66’da başlayan ve İkinci Tapınak’ın yıkılmasıyla sonuçlanan Roma-Yahudi Savaşları’nın başlamasıyla kapatıldı.
8 Mart 2011 Salı
Ptah
Memfis Triadı’nın üyesi olan Ptah, aslında dünyanın oluşumu öncesindeki ebedi okyanusun ortasında bulunan ve dünyayı oluşturacak olan Ta-tenen’in kişileştirilmesiydi. Ta-tenen, Yükselmiş Topraklar demekti. Batmış Topraklar anlamında Tanen de denmekteydi. Ancak Ta-tenen, daha sonra Ptah’ın içinde asimile oldu ve yerini ona bıraktı.
Ptah dünyanın yaratılması çağrısında bulunandı. Kalbinde yaratılışını hayal etti ve onu konuştu. İsmi aynı zamanda ‘açan kimse’ anlamına gelmekteydi; bu anlam, Eski Mısır dininin kutsal metinleri olan Piramit Metinleri’nde geçen Ağzın Açılması Töreni’ne gönderme yapmaktaydı. Ağzın Açılması Töreni, bir mumya ya da heykelin nefes alıp konuşabilmesi için büyülü bir biçimde ağzının açılmasıydı ve Eski Krallık’tan Roma devrine kadar bu tören yapılmaktaydı. Bu törenin yaratıcısı da Ptah’tı.
Atum’un dünyanın yaratılışı öncesindeki tepenin üzerinde oturarak yaratılışı yönetmesi için Ptah tarafından yaratıldığına da inanılmaktaydı.
Ptah yaratılıştaki rolü nedeniyle, zanaatkârların koruyucusu olarak görülmekteydi. Bu rol özellikle taşla ilgili zanaatlar arasından daha yaygındı. Bunun mezar yapımıyla bağlantılı olması nedeniyle, zanaatkârlar Ptah’ın kendi kaderlerini belirlediğine inanmaktalardı. Bu özelliği de ona bir yeniden doğuş tanrısı haline getirmişti. Tanrı Seker’in de zanaatkârlarla ve güneşin yeniden doğuşuyla ilişkilendirilmesi nedeniyle, Seker’in Ptah’la birleştirilerek, zaman zaman Ptah-Seker olarak tasvir edilmesine yol açtı. Bu özellik de Orta Krallık’a gelindiğinde yeraltı dünyasıyla bağ kurulmasına ve Ptah-Seker’in Osiris’le de birleştirilerek Ptah-Seker-Osiris’in oluşmasına neden oldu.
Mumyalanmış, yeşil renkli ve tüm saç kısmını örtecek bir başlık takarak tasvir edilen Ptah, Mısır’ın Latince başta olmak üzere, pek çok batı dilindeki isminin de kaynağını oluşturur. Mısır’ın başkenti Memfis’in isimlerinden biri olan Hikuptah ‘Ptah’ın Ruhunun Evi’ demekti. Latince’ye Aegyptus, İngilizce’ye Egypt, Fransızca’ya Egypte, Almanca’ya da Ägypten diye geçti.
Ptah dünyanın yaratılması çağrısında bulunandı. Kalbinde yaratılışını hayal etti ve onu konuştu. İsmi aynı zamanda ‘açan kimse’ anlamına gelmekteydi; bu anlam, Eski Mısır dininin kutsal metinleri olan Piramit Metinleri’nde geçen Ağzın Açılması Töreni’ne gönderme yapmaktaydı. Ağzın Açılması Töreni, bir mumya ya da heykelin nefes alıp konuşabilmesi için büyülü bir biçimde ağzının açılmasıydı ve Eski Krallık’tan Roma devrine kadar bu tören yapılmaktaydı. Bu törenin yaratıcısı da Ptah’tı.
Atum’un dünyanın yaratılışı öncesindeki tepenin üzerinde oturarak yaratılışı yönetmesi için Ptah tarafından yaratıldığına da inanılmaktaydı.
Ptah yaratılıştaki rolü nedeniyle, zanaatkârların koruyucusu olarak görülmekteydi. Bu rol özellikle taşla ilgili zanaatlar arasından daha yaygındı. Bunun mezar yapımıyla bağlantılı olması nedeniyle, zanaatkârlar Ptah’ın kendi kaderlerini belirlediğine inanmaktalardı. Bu özelliği de ona bir yeniden doğuş tanrısı haline getirmişti. Tanrı Seker’in de zanaatkârlarla ve güneşin yeniden doğuşuyla ilişkilendirilmesi nedeniyle, Seker’in Ptah’la birleştirilerek, zaman zaman Ptah-Seker olarak tasvir edilmesine yol açtı. Bu özellik de Orta Krallık’a gelindiğinde yeraltı dünyasıyla bağ kurulmasına ve Ptah-Seker’in Osiris’le de birleştirilerek Ptah-Seker-Osiris’in oluşmasına neden oldu.
Mumyalanmış, yeşil renkli ve tüm saç kısmını örtecek bir başlık takarak tasvir edilen Ptah, Mısır’ın Latince başta olmak üzere, pek çok batı dilindeki isminin de kaynağını oluşturur. Mısır’ın başkenti Memfis’in isimlerinden biri olan Hikuptah ‘Ptah’ın Ruhunun Evi’ demekti. Latince’ye Aegyptus, İngilizce’ye Egypt, Fransızca’ya Egypte, Almanca’ya da Ägypten diye geçti.
6 Mart 2011 Pazar
Amonet ve Amon
Amonet ve Amon, Hermopolis Ogdoadı'nın üyesi iki tanrıydılar; her Ogdoad çiftinde olduğu gibi, ikisi aslında bir konseptin erkek ve dişi yönüydüler; Amonet dişi, Amon erkekti. Dişinin simgesi hayvan yılanken, erkeğinki kurbağaydı. Tipik bir Ogdoad çifti olmaları nedeniyle Amonet ve Amon aslında asla birbirlerinden bağımsız olmayan tanrılar olmaları gerekirdi. Ancak özellikle 12. Hanedan’dan itibaren Tanrıça Mut, Amon’un eşi olarak Amonet’in yerini almaya başladı. Teb kentinin bir yerel tanrıçası olan Amonet, bölgesel önemini korudu ve Firavun’un bu bölgedeki koruyucusu olmaya devam etti.
Ne var ki, Amon’un eşinin Mut’la değiştirilmesiyle başlayan süreç, Amon’un Güneş Tanrısı Ra’yla birleştirilerek Amon-Ra adıyla tapılmasına ve Amon’u bir anda Mısır panteonunun tepesine oturtmasına neden oldu. O kadar ki, Mısır tarihinin en büyük ve dünya tarihinin en büyük tapınaklarından birinin kendi adına, aşağı yukarı bin yıllık bir süreç içinde inşa edildi.
Teb Triadı’nın bir üyesi olan Amon’un bu dönemini ayrıca Amon başlığında ele alacağım için bu noktada duruyorum. Ancak Amonet’le ilgili bir iki şeyi de eklemeden yazımı bitirmek de istemiyorum. Şöyle ki, Amonet – ki adının anlamı, aynı Amon gibi ‘Gizli olan’ demektir – katiplerin ve tarihçilerin koruyucusuydu. Firavunun devamlı danıştığı bu kişilerin kayıtları doğru tutmaları için onları korurdu, onlara yardımcı olurdu, kayıtlarını kontrol ederdi. Kadın formunda da tasvir edildiği olan Amonet, başında Yukarı Mısır’ın kırmızı tacıyla, bir tahtta otururken elinde papirüsten yapılmış bir asa ile betimlenirdi.
Ne var ki, Amon’un eşinin Mut’la değiştirilmesiyle başlayan süreç, Amon’un Güneş Tanrısı Ra’yla birleştirilerek Amon-Ra adıyla tapılmasına ve Amon’u bir anda Mısır panteonunun tepesine oturtmasına neden oldu. O kadar ki, Mısır tarihinin en büyük ve dünya tarihinin en büyük tapınaklarından birinin kendi adına, aşağı yukarı bin yıllık bir süreç içinde inşa edildi.
Teb Triadı’nın bir üyesi olan Amon’un bu dönemini ayrıca Amon başlığında ele alacağım için bu noktada duruyorum. Ancak Amonet’le ilgili bir iki şeyi de eklemeden yazımı bitirmek de istemiyorum. Şöyle ki, Amonet – ki adının anlamı, aynı Amon gibi ‘Gizli olan’ demektir – katiplerin ve tarihçilerin koruyucusuydu. Firavunun devamlı danıştığı bu kişilerin kayıtları doğru tutmaları için onları korurdu, onlara yardımcı olurdu, kayıtlarını kontrol ederdi. Kadın formunda da tasvir edildiği olan Amonet, başında Yukarı Mısır’ın kırmızı tacıyla, bir tahtta otururken elinde papirüsten yapılmış bir asa ile betimlenirdi.
4 Mart 2011 Cuma
Hauhet ve Huh
Hermopolis (Khmun) merkezli Ogdoad’ın çift tanrılarından olan Hauhet (dişi) ve Huh (erkek), sonsuzluğu temsil etmektelerdi. Diğer Ogdoad çiftlerinde olduğu gibi, tanrıça bir yılan başlı kadın, tanrıysa kurbağa başlı bir adam şeklinde tasvir edilmekteydi.
Bir diğer ve yaygın tasvir biçimiyse, dizleri üstüne çökmüş ve bazen bir, bazen iki elinde ve ayrıca bir tane de başına iliştirilmiş birer palmiye gövdesi sapı olan bir adam biçiminde de betimlenirdi. Palmiye gövdelerinin altında şen halkası denen ve sonsuzluğu ifade eden birer halka da bulunurdu. Bu tasvirin çok yaygın olmasının sebebi, bu betimlemenin milyon anlamına gelen hiyeroglifin şekli olmasıydı. Milyon sayısı, Eski Mısır matematiğinde sonsuzluğu ifade etmekteydi. Bu nedenle Huh, Milyonlarca Yılın Tanrısı olarak da adlandırılmaktaydı.
Bir diğer ve yaygın tasvir biçimiyse, dizleri üstüne çökmüş ve bazen bir, bazen iki elinde ve ayrıca bir tane de başına iliştirilmiş birer palmiye gövdesi sapı olan bir adam biçiminde de betimlenirdi. Palmiye gövdelerinin altında şen halkası denen ve sonsuzluğu ifade eden birer halka da bulunurdu. Bu tasvirin çok yaygın olmasının sebebi, bu betimlemenin milyon anlamına gelen hiyeroglifin şekli olmasıydı. Milyon sayısı, Eski Mısır matematiğinde sonsuzluğu ifade etmekteydi. Bu nedenle Huh, Milyonlarca Yılın Tanrısı olarak da adlandırılmaktaydı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)