Bu sayı, 1922'de 70 idi. Ancak bu sayıya aldanmamak gerekir; zirâ 1922, Birinci Dünya Savaşı denen fırtınanın yerinden oynatmış olduğu taşların bir kısmının havada hâlâ uçuştuğu, ama çoğunun nihayet yere düştüğü senedir. Ayrıca o 70 devletin çoğu 'devlet' olmalarına rağmen gerçek anlamda egemen değildir; bir kısmı Britanya İmparatorluğu, Fransa gibi güçlerin hakimiyetindedir; bir kısmı ise Çarlık Rusyası'nın kalıntıları üzerinde patlayan iç savaşın külleri üzerine kurulan Sovyetler Birliği'nin parçasıdır... ya da olmak üzeredir. Bunları çıkardığınızda, geriye 40, bilemediniz 50 tane devlet kalır geriye...
Bugün mevcut olan bu 193 devletin çoğu, geri kalanların sömürgeleriydiler ve onların da çoğu Afrika'da ve Asya'da bulunmaktaydı ve bir kısmı birtakım antlaşmalar yaparak sömürgeci egemen gücün mecbur kalmasından dolayı devletlerini kurabilmişlerken, bir kısmı da bu işgalcilerle göğüs göğüse çarpışarak binlerce insanını kaybetmek durumunda kalmıştı. Can çekişmekte olan Devlet-i Âliye'nin kurduğu 600 yıllık (ve bir zamanlar muhteşem şekilde işleyen) dünya sistemi paldır küldür 1910'ların sonunda Büyük Savaş'la çökerken, aynen düşmekte olan bir uçağı kurtarma çabasındaki yolcular arasından çıkan eski bir pilot gibi, Mustafa Kemal Paşa ve bu topraklarda yaşayan bu millet, canını dişine takarak ve topyekün bir mücadeleye girerek Anadolu'yu, yani Güneş'in Doğduğu Topraklar'ı bu topraklarda emperyalizmi en vahşi şekliyle hissettiren dünyanın en büyük güçlerine - Büyük Britanya İmparatorluğu'na ve Fransa'ya karşı ölesiye çarpıştılar. Bu mücadele işte bundan tam 88 yıl önce bugün, 30 Ağustos 1922'de Büyük Taaruz'un sonunda gelen muhteşem bir zaferle sona erdi... ve o gün, gerçekten büyük bir gün oldu; çünkü kabul edin ya da etmeyin, o gün dünya tarihi değişti.
Dünya tarihini kendi istediği gibi yazan birtakım dünya çapındaki çevreler, bu olayı son derece hafif geçiştirmekte hâlâ ısrar ederler. Ancak anlaşılması gereken bir nokta var: Bu savaş, ölmekte ve dünyadan silinmekte olan bir milletin, aynen efsanevi Zümrüd-ü Anka gibi küllerinden yeniden doğmasıdır ve bunu dünyanın en büyük güçlerine karşı gerçekleştirmesidir... Bizans İmparatorluğu'nun da 300 yıllık yeniden doğuşu hayalinin sonudur.
Evet, büyük şanstı, doğru. İtalyanlar, istedikleri toprakları alamayınca ellerindeki malzemeleri Millet Meclisi iktidarına devrettiler. Evet, Çarlık Rusyası yıkıldığı için Rusya Anadolu hareketine karşı mücadele edemedi, hatta onlara yardım bile etti. Evet, Sakarya Savaşı'ndan sonra Fransa da desteğini çekince Britanya yalnız kaldı, zaten biz Yunanistan'la savaştık, diğerleriyle değil...
Mustafa Kemal Paşa'nın yaptığının ne olduğunu iyi anlamak gerekir ki, az önce saydıklarıma bakarak olay hafife alınmasın.
- Fransa da, Sovyetler de Sakarya'dan sonra çekildiler/yardım ettiler. Sakarya'ya kadar işi getirmek ve Sakarya'da o kadar süre dayanmak bir marifettir. Hem de mucizevi bir marifet.
- Britanya'nın yaptığı stratejik hataları avantaja dönüştürmek - savaş bittikten sonra savaşı uzatmak ve iktidarın halka olan desteğini yitirterek iktidarı zayıflatmak ve hatta sonunda düşürtmek, İtalyanlar'ı küstürtmek gibi - bir beceri, strateji ve zeka işidir. Diplomasi yeteneğidir.
- Artık dağılmakta olan İmparatorluğun dört bir yanında başlayan direniş hareketlerini tek bir merkezden toplamak, üstelik şeref ve haysiyetinden çok şey kaybetmiş merkezî hükümetin tüm bu çabaları durdurmaya yönelik tedbirlerine rağmen bunu yapabilmek, ayrıca bir yetenek ve başarıdır. Özümsenemeyecek kadar.
- Saydıklarımın hepsini, herkesi ortak bir paydada buluşturarak ve sözünü dinleterek yaptırmak ise apayrı bir beceridir ve tanrısal ya da değil, herhangi bir büyük mucizeye de eşdeğerdir. Çünkü; eğer Türkiye Cumhuriyeti şu an varsa, Türkçe hâlâ var olan bir dilse, tüm sorunlarına, çıkmazlarına, askeri müdahalelerine rağmen bağımsız bir Cumhuriyet ise, ve - işte dünyanın görmezden gelmek için kıvrandığı nokta burasıdır dikkat edin - başta Hindistan ve Pakistan olmak üzere; Tunus, Cezayir, Mozambik gibi bağımsızlıklarını savaşarak almak zorunda kalan ülkeler bu mücadeleden güç alarak kazanmışlarsa bağımsızlıklarını; işte o Mustafa Kemal Paşa ve ekibinin sayesindedir. Bu da büyük, dünya çapında bir mucizedir.
- Üstelik başını Atatürk'ün çektiği bu ekibin, köhneleşmiş olan bu yapılar silsilesini yıkıp yerine gelişime açık, modern bir yapıyı kurması da, hah işte o da bir mucize ve şanstır efendim.
"Faşist! Dinsiz! Hain! Diktatör!" Bunları demek kolay. Onu Hitler'e, Mussolini'ye falan benzetmek de kolay, başka şeylerle suçlamak da. Ancak bu insanlar hakkında bazı insanlar ileri geri konuşurken, örneğin son 800 yıl içinde İran'ın başına gelen en büyük felaket için "Humeyni'yi seviyorum ben" derken ve paragrafın başındaki sözcükleri kendisinin orada konuşmasına olanak veren düzeni kuran kişiler için sarfetmeyi içinden geçirirken, kafalarını toparlayıp, yerden yere vurmaya kalktıkları bu önemli şahsiyeti tarihten çıkarıp bir alternatif tarih yazmaya kalksınlar, bakalım dünyanın şekli ne oluyor o zaman... ve kendileri nereye denk geliyor acaba, bunu iyi düşünmeleri gerek.
Sonuç: Atatürk, sadece kendi ülkesinin değil, yaptıklarıyla dünya üzerindeki büyük, küçük pek çok ülkenin kaderini değiştirdi. Ve bunun en önemli adımlarından birini de 30 Ağustos'ta attı. Türkiye'yi de o sayede yarattı. Bunu unutmamak lazım. Hepinizin Zafer Bayramı kutlu olsun...
Dediklerinin tamamı doğru.
YanıtlaSilAma Mustafa Kemal'in de eleştirilebilecek yönlerinin olduğunu, hatta eleştirilmesi gerektiğini, eleştirilmediği sürece kemalizm garabetinin devam edeceğini unutmamak gerek.
Mesela, Türkiye'nin en büyük barosu olan İstanbul Barosu'nun Başkanı, Av. Muammer Aydın, adli yılın açılışında İ.B.'nun Atatürk ilke ve inklaplarının yılmaz bekçisi olmaya devam edeceği sözünü verdi. Aynı şekilde Yargıtay başkanı Hasan Gerçeker ve HSYK da.
Yargı "resmi görüş" misyoneri midir yoksa adaletin sağlayıcısı mıdır?
Türkiye'de yargı sisteminin kuruluş aşamasından itibaren, kendisine biçilen temel görev "resmi görüşü" halka yaymak ve bu görüşün uygulanıp uygulanmadığını denetlemektir.
Bu noktada ben Mustafa Kemal'i, Mahmud Esat Bozkurt denilen faşistin sözünü dinlediği ve dediklerini yaptığı için eleştiriyorum.
Mesela...
Burada alternatif bir tarih yazılması gerekirse, Mahmud Esat Bozkurt yerine bir başkası gelseydi ne olurdu diye merak ediyorum.
Bir diğer konu da "Dersim" meselesi. Nedenini bildiğim ama bir türlü aklımın ermediği bir şekilde herkes "Dersim" bombalamasını İsmet Paşa'nın üzerine yıkmaya çalışıyor. Fakat 1936-37'de Mustafa Kemal'in "Yapınız." demediği bir şeyin yapılması mümkün müdür?
Eleştiri yapılmadığı sürece hiçbir şeyin düzelmesine imkan yok. Bu her konu ve her kişi için geçerli, Mustafa Kemal'in de buna bağışıklığı olamaz, doğru değil. Yoksa bunun son derece komik olan ve 1870'te resmileşen Papa'nın Yanılmazlığı'ndan (Papal infallibilty) ne farkı kalır?
YanıtlaSilDersim meselesine de gelince, sorunun yanıtı belli değil mi zaten? İsmet Paşa'nın üstüne yıkılmaya çalışılmasındaki yegâne tarihsel altyapı, olsa olsa o sırada Başbakan olması olabilir, ama teoride bile mümkün değilken Mustafa Kemal'den habersiz böyle bir 'operasyon'un düzenlenmesi, pratikte olması bir hayli zor...
Aslında Türkiye, kendisinin yıllar önce ve yıllar boyunca, ve kendinden önce Osmanlı'nın yaptığı hataların faturasını ödüyor şu anda. Daha da ödeyecek.