Bahsi geçen ülkelerin hepsi ya eski bir Avrupa sömürgesiydiler, ya da bir Avrupa ülkesinin protektora/mandası altındaydılar. (Arnavutluk çok farklı, özel bir durum. Onu saymıyorum tabii ki.) Peki bu dikta rejimler nasıl iş başına geldiler ve halk bunlardan neden bu kadar nefret eder hâle geldi, tek tek bir bakalım bu ülkelere.
Tunus
İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda bir Fransız mandası olan Tunus, 1956’da bağımsızlığını ilân ettikten bir sene sonra Tunus Kralı VIII. Muhammed el-Emin, Habib Burgiba tarafından devrildi. Bir Atatürk hayranı olduğu bilinen Burgiba, 1987’de kendisi de iktidardan ‘anayasal yollarla’ düşürülene kadar yaptığı reformlarla Tunus’u modernize etti. Bu anayasal yola olanak sağlayan şeyse, 1959 Tunus Anayasası’nın 57. maddesi’ydi. Şu anki madde Meclis Başkanı’na, Devlet Başkanı’nın ölmesi ya da görevi yerine getiremeyecek durumda olması halinde Devlet Başkanlığı yetkilerini veriyor; onun da 45-60 gün içinde ülkeyi seçimlere götürmesi gerekiyor. Büyük bir ihtimalle bu madde, 1988’de Anayasa’da yapılan değişiklikler öncesinde Meclis Başkanı değil de Başbakan’a bu yetkileri devrediyordu; zira Zeynel Abidin Bin Ali Başbakan olduktan bir ay sonra bu maddeye dayanarak, Burgiba’nın ülkeyi yönetemeyecek durumda olduğunu söyleyerek ve bunu destekleyen doktor raporları hazırlatarak Devlet Başkanı oldu. O zamandan 14 Ocak 2011’e kadar da iktidarda kaldı. 1988 değişiklikleriyle birlikte 57. madde, yapılacak seçimlerde Devlet Başkanlığı yapan Meclis Başkanı’nın aday olmasını engellerken, ilginç bir biçimde başbakan için böyle bir engel koymamış.
Tunus 2011’e kadar tek partili bir rejime sahip, demokratik olmayan tek adayın yarıştığı seçimlerin olduğu, her türlü muhalefetin bastırıldığı, basın özgürlüğünün bulunmadığı, rüşvetin alıp başını yürüdüğü, halkının fakir, yöneten zümrenin çok zengin olduğu, Batı yanlısı bir diktatörlüktü. Bu durum özellikle Habib Burgiba zorla emekli edildikten sonra gerçekleşti.
Mısır
Dünyanın en eski uygarlıklarında birine ev sahipliği yapmış olan Mısır, Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfuzundan İngiliz İmparatorluğu’nun nüfuzuna geçmişse de, Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın soyundan gelenler Mısır Hıdivliği (ve daha sonra Sultanlığı/Krallığı) tahtında oturmayı başarmıştır. 1952’de Kral I. Faruk’u tahtından eden devrim ve bir sonraki sene monarşinin tamamen kaldırılması, Mısır’da yeni bir dönem başlattı. Mısır, Cemal Abdül Nasır’dan Enver Sedat’ın 1981’de öldürülmesine kadar geçen sürede İsrail’le üç kere daha savaşmış ve onunla barış yapmış, Süveyş Kanalı Krizi’ni bir şekilde atlatmış, bölgesinde askeri ve diplomatik anlamda güçlü ve etkin bir ülke olmuştu; Suriye, Ürdün, Irak gibi ülkelerle çeşitli birlikler dahi oluşturmuştu. Ancak sosyal ve ekonomik sorunlarını hâlâ çözememişti. Sedat’ın öldürülmesinden sonra yerine Başkan Yardımcısı ve eski Hava Kuvvetleri Komutanı Hüsnü Mübarek geçti. O tarihten beri ülkeyi tek başına yönetmektedir. İktidara geldikten sonra yaptığı ilk işlerden biri, ülke çapında geçerli olan bir olağanüstü hâl yasası çıkarttırmak olmuştu... bu yasa hâlâ yürürlüktedir. Tekrar tekrar kendini özgür olmayan seçimlerle seçtirerek 30 yıldır iktidarını korumakta olan 82 yaşındaki Mübarek, oğlu Cemal Mübarek’i adeta tahta geçirmeye hazırlamakta olduğu yönündeki iddialar ve bunun dışında kronikleşmiş yolsuzluk, ekonominin kötü durumu, genel olarak halkın sefaleti gibi sorunlar, Tunus’ta patlayan olaylardan cesaret alan muhaliflerin hükümete karşı iyice ayaklanmasına sebep oldu.
Tunus gibi tek partili bir rejimle yönetilen Mısır’da iktidarın askeri bir rejim olduğu anlaşılıyor. Mısır’da asker çok büyük bir nüfuza sahip. Basın özgürlüğü de dahil pek çok temel hak ve özgürlük, 1981’de çıkatılan olağanüstü hâl yasasıyla askıda bulunuyor. Sorgusuz sualsiz bir kişi göz altına alınabiliyor, tutuklanabiliyor, hapse atılıp işkence görebiliyor. Her türlü muhalefet sert bir biçimde bastırıldığından, hali hazırda yasaklı olan Müslüman Kardeşler dışında bir örgütlenmiş muhalif yapı Mısır’da yok. Ancak Mısır'da, Ortadoğu’daki pek çok Arap ülkesinin aksine, en bilinen ikisi eski BM Genel Sekreteri Butros Butros-Gali ile eski Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı ve Mübarek iktidarına muhalif (hatta muhtemel bir müstakbel Mısır Devlet Başkanı) Muhammed el Baradey olan iyi yetişmiş insanlar bulunuyor. Yine Tunus gibi son derece fakir yaşayan bir halk mevcut. Zaten Tunus’ta da, burada olduğu gibi isyanın temel patlama sebebi işsizlik ve parasızlık. Bundan önceki son büyük ayaklanma Ocak 1977’de Enver Sedat’ın IMF ve Dünya Bankası politikaları çerçevesinde, halka ekmek vb temel gıdaların sübvansiyonunu kesmeye kalkması üzerine patlamış, iki gün sonra hükümetin geri adım atmasıyla ayaklanma son bulmuştu.
Yemen
Yemen, bölgedeki en ilginç ülkelerden birisi. Şu anda Arap Yarımadası’ndaki tek cumhuriyet rejimi olmasının yanında, bugünkü Yemen’in kuzey ve güneyinde iki farklı oluşum bulunuyordu: Kuzey Yemen’de Osmanlı’dan 1918’de bağımsızlığını ilân eden Mütevekkil Yemen Krallığı bulunuyordu. Güneydeyse İngiliz protektorası Aden vardı. Yemen Krallığı 1962’de bir askeri darbeyle monarşinin devrilmesiyle Yemen Arap Cumhuriyeti’ne dönüştü (yani Kuzey Yemen). Cumhuriyetçilerle kralcılar arasında 1970’e kadar geçirdiği iç savaş sonunda kralcılar savaşı kaybettiler.
İngiliz protektorasında ise durum çok daha ilginçti, çünkü aşağı yukarı Kuzey’de krallık çökerken, Güney’de birtakım kısa ömürlü federasyonlar kuruldu, ama sonunda 1970’te Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne, yani tek partili, komünist, Çin ve Sovyetler Birliği destekli ve ekseninde bir devlete dönüştü. 1985’te patlayan iç savaşta binlerce kişi öldü, ama sonunda 1990’da, Avrupa’da Berlin Duvarı yıkılırken, bölgedeki diğer devletlerin de çabalarıyla iki ülke Yemen Cumhuriyeti adı altında birleşti. 1978’den beri Kuzey’de iktidar sahibi olan Ali Abdullah Salih, birleşmeden sonra günümüze kadar Yemen’in Devlet Başkanı konumunda bulunmakta. Mısır ve Tunus’la ilgili saydığım tüm sorunlar, Yemen’de de var. Hatta fazlası da var, çünkü Yemen aynı zamanda hem 1994’te bir iç savaş daha geçirmiş, hem de el-Kaide gibi birtakım terör örgütlerinin de üs olarak kullandığı bir konumda.
Diğer ülkelerde de durum çok farklı değil. Eski bir Fransız kolonisi olan Cezayir, 1950’lerde bir bağımsızlık savaşıyla özgür oldu, başarıya ulaşarak Fransa’daki Dördüncü Cumhuriyet’in yıkılmasını tetikledi. 1990’larda ilk çok partili seçimini yapmaya kalktığında fundamentalistler iktidara yükselince hükümet seçimleri iptal etti ve Cezayir İç Savaşı patladı; savaşta 150,000 kişi öldü. Ülke hâlâ yaralarını sarmaya çalışıyor. 1992’de bu yüzden çıkarılan sıkıyönetim yasasıyla ülke yönetiliyor.
Krallık olan Fas ve Ürdün, sırasıyla pratikte birer Fransız ve İngiliz sömürgesiydi, aynı Habib Burgiba’nın yaptığı darbeye kadarki Tunus gibi. Ancak her ikisinde de, diğer ülkelerdeki sorunların aynılarının yaşandığını görmek mümkün: Baskıcı bir rejim, aç ve işsiz bir toplum, buna karşılık üst kademede – ve bu durumda tabii Kraliyet Aileleri de dahil – inanılmaz bir lüks yaşam. Üstelik bu hükümetlerin hepsi, halkları tarafından hiç sevilmeyen Batı ve İsrail taraftarı politikalar yürütmekte, Arap Dünyası’nın önemli bir sorunu olan Filistin Sorunu’na gerekli ilgi ve basireti gösterememekteler. Suriye’de de durum çok benzer, kalıplar oraya da sorunsuz oturmakta.
Yalnız içlerinde Sudan bir hayli farklı bir ülke... zira Sudan, bir Arap ülkesi olduğu kadar, aynı zamanda bir Kara Afrika ülkesidir. O nedenle saymış olduğum tüm bu sorunların üstüne, Kara Afrika ülkelerinin sorunlarının bir kısmını da saymak mümkün: Yıllarca süren iç savaşlar, Darfur Sorunu’nda olduğu gibi soykırıma varan işlenmekte olan insanlık suçları... Bir de tabii Ocak ayında Afrika dinleri ve halklarıyla Hıristiyan nüfusun ağırlıkta olduğu Güney’de, Arap Müslüman nüfusun ağırlıkta olduğu Kuzey’den ayrılma kararının oylandığı bir Referandum yapıldı. Referandum’dan büyük ihtimalle bölünme kararı çıkacak. O yönde karar çıkarsa 9 Nisan’da Sudan ikiye bölünecek. Bunca karmaşa içinde Sudan’da ne olur, bence asıl onu kestirmek çok zor ya. Neyse...
Devamı gelecek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder